umityildirim.com

Bakış Açısı Değiştirecek Tespitler


Prof. Mehmet Toner, Harvard Tıp Okulu

Prof. Dr. Mehmet Toner, 1983 yılında İTÜ makine mühendisliğinden mezun olduktan sonra yüksek lisans ve doktorasını Massachusetts Institue of Technology (MIT)  de kriyobiyoloji alanında ilk çalışan mühendis olan Prof. Ernest Cravalho’nun danışmanlığında tıp mühendisliği alanında 1989 yılında tamamladı. Prof. Toner, ABD’de mikro ve nanoteknolojiler’den yararlanarak biyomedikal mühendisliğindeki çalışmaları ile tanınıyor. Araştırmalarıyla, kanser, yanık ve travmalar ile zarar gören hücrelerin tedavisine önemli katkılar sağladı. 250’den fazla bilimsel yayının ve 44 kitapta özel bölümlerin yazarıdır. Ayrıca, buluşları ile 25 patenti bulunmaktadır. Prof. Mehmet Toner, şimdilerde Harvard – MIT Sağlık Bilimleri ve Teknolojileri (HST) ve Harvard Tıp Fakültesin Cerrahi Bölümünde Biyomedikal Mühendisi Profesörü olarak çalışmalarını yürütmektedir.

Prof. Dr. Mehmet Toner ile geçtiğimiz Eylül ayında Boston Charlestown, MA’deki laboratuarında çalışmalarından Türkiye’deki mevcut duruma kadar değerli arkadaşım Hüseyin Taş ile birlikte çok güzel ve samimi bir söyleşi gerçekleştirdik. Sizi bu güzel söyleşi ile baş başa bırakıyoruz.

Sayın Hocam çalıştığınız konular hakkında bize genel bilgi verebilir misiniz?

Konular epeyce geniş ama hepsi aşağı yukarı mühendislik, sağlık bilimleri ve tıbbın arasında olan konular. Genel olarak mühendislik bilimleri kullanarak sağlık bilimleri ve biyoloji ile ilgili problemlerin çözümü üzerine şekillenmekte. Bunun dışında özel olarak nano ve mikro teknolojilerinin uygulamaları ve doku mühendisliği ile ilgili çalışmalar, Hücre – Doku yenilenmesi üzerine çalışmalar, metabolizma ve yanıklar üzerine çalışmalar yapmaktayız. Ayrıca, uygulama sahasında üzerinde çok çalıştığımız konulardan biri kanser diğeri bulaşıcı hastalıklar gibi küresel sağlık dediğimiz alanların uygulamaları şeklinde özetleyebiliriz.

Bildiğimiz kadarı ile makine mühendisliği temelli bir eğitim geçmişinden gelmektesiniz. Ama şu an Harvard’ta cerrahi bölümünde profesörsünüz. Makine mühendisliği eğitimi almış biri olarak tıpla ilgili sahalarda çalışmanın zorluğu oldu mu? Sizce bunun avantajları ve dezavantajları nelerdir?

Cerrah değilim ama İstanbul Teknik Üniversitesi’nde makine mühendisliği eğitimi aldıktan sonra Harvard ve MIT’de tıp mühendisliği alanında doktora yaptım. Bu geçişlerimde herhangi bir zorlukla karşılaşmadım. Esasında mühendislik ve tıp birbirine çok yakın alanlar, mühendislik problem çözmeye yönelmiş bilim alanı, çözülen problemler benim çalışmalarımda tıbbı konular ile ilgili bunu içinde malzeme bilimleri, termodinamik, ürün düzenlemesi v.s var. Mühendisliğin bütün ana konularının tıpta bir uygulaması var, dolayısıyla mühendislik bilimlerinden tıbbi bilimlere geçiş o kadar zor bir durum değil ama tabi ki kimya, biyokimya ve fizyoloji öğrenmeniz yanı sıra çalıştığınız konuları anlamanız gerekiyor. Mühendislikten gelip, tıbbi alanlarda çalışan birçok araştırmacı var, belki mühendislik temel öğrenim açısından çok iyi bir bilim çünkü mühendislikten sonra avukat olabilirsiniz, tıp alanında doktora yapabilirsiniz, işadamı olabilirsiniz bence mühendislik sizi ilerdeki ilgilerinize hazırlamak için çok iyi bir eğitim veriyor.

Mustafa Korkutata(Sağda), Prof. Mehmet Toner ile MGH’deki çalışma ofisinde

Hocam takip ettiğimiz kadarı ile siz Biyoçipler üzerinde çalışmaktasınız özel olarak bu çipleri kullanarak kanser teşhisleri geliştirmektesiniz. Günümüzde ve ilerleyen süreçlerde özellikle biyonanoçipler kendinden daha çok söz ettirecek bir alan olarak gözüküyor bunun uygulamaları hakkında daha neler yapılabilir ve hangi noktalara kadar gidiline bilinir? Aynı zamanda Türkiye’de mikro-akışkanlık ve biyoçip çalışmaları gelişir mi?

Türkiye’de bence en büyük problem; akademik camiada çok disiplinli konulardaki çalışmaları yeteri kadar etkili bir şekilde yapamıyoruz, çünkü hala ülkemizdeki eğitim disiplinleri batıya göre çok katı. Mesela ben bir mühendis olarak Harvard Tıp Fakültesi’nde cerrahi bölümünde profesörüm sanırım ki kaç yüz senelik geçmişinde İstanbul Üniversitesi cerrahi bölümünde bugüne kadar bir mühendis profesör olamamıştır. Bu tip çok disiplinli problemleri çözmek için sistemin bu konularda çalışmak isteyen kişilere kolaylık sağlaması, zorluk çıkarmaması lazım. Birkaç yerde bu yapılmasına rağmen genelde Türkiye’de çok disiplinli konularda çalışmak çokta kolay değil. Dünya da Biyonanoçiplerin uygulama sahaları çok geniştir ilk başlangıçları bilgisayar çiplerine dayanıyor, tabi bunlar senelerdir üretim açısından üzerine milyarlarca dolar yatırılmış teknolojilerden oluşuyor.

Şimdi bütün o bilgiyi ve verimi alıp yeni konulara uygulamak hem çok heyecanlı hem de yeni ürün çıkarma açısından çok daha etkili. Özellikle, bilim olarak biyolojiye DNA dizinlerinin ve Hücreler arası sinyallerin anlaşılması açısından yeni katkılar sağlayabilecektir. Tıptaki uygulamalarında ise hastalıkların teşhisi ve tedavisi açısından nanoteknolojinin, mikro-teknolojilerin ve biyo-çiplerin büyük katkılar var ve olacaktır.

Sayın Hocam bu uygulamaların tıp dünyasına aktarımına başlanıldı mı?

Yeni yeni başlıyor, Amerika’da da yeni başladı ama bütün dünya uğraşıyor. Kullanılmaya başlanıldığı yerler var, birazda nanoteknolojinin gelişimine paralel olarak ilerlenmekte. Esasında nanoteknoloji yeni bir saha değil eskiden beri olan bir saha Romalılara kadar gidiyor fakat nanoteknoloji diye onu yeni tanımladık. Önemli olan nokta, nano boyutlardaki molekülleri ve malzemeleri eskisinden çok daha iyi kontrol edebiliyor olmamız. Bu tabi hem moleküllere hem de malzemelere yeni özellikler katmamızı sağlıyor ve buda yeni uygulamalar olarak ortaya çıkıyor. Şu anda bazı kan testlerini yapan çipler var ama çok yeni. Aşağı yukarı bütün hastalıkların her birini teşhis ve takip edebilecek biyoçipler yapılması mümkün ve yavaş yavaş ta olacaktır. Bunun da büyük avantajları var mesela şeker hastaları evde şeker seviyelerine bakıp tedavilerini yönlendirebiliyorlar, bunun gibi bu tip hastalıklara evde bakılına bilinecek ve kişilerin tedaviye doğru zamanda ulaşabilmesini sağlanacaktır.

Sayın Hocam 1982 senesinde MIT’ ye yüksek lisans ve doktora çalışmalarınız için geldiniz.  1989’da MIT’ den mezun oldunuz ve bugün Harvard Tıp Fakültesi’nde cerrahi bölümünde profesörsünüz.  Hayatınızın yarısını Harvard-MIT’ de geçirdiniz, artık buralı sayılırsınız ve tüm gelişimin içindeydiniz. Benim şahsen merak ettiğim bir konu 80’li yıllardan günümüze MIT ve Harvard gelişimini nasıl sağladı, arada geçen zamanlar ne farklılıklar oluşturdu? Türkiye’deki Üniversite gelişimlerini de birlikte düşündüğümüzde neler söylenebilinir?

Öncelikle Türkiye’deki üniversite gelişimlerine bakarsanız bence üç safhadan geçti bana sorarsanız dördüncü safhadan geçmesi gerekir. Birincisi, Atatürk cumhuriyet döneminde modern Üniversiteleri kurdu. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi sonra Ankara Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi, bunların hepsi devlet okulları ve küçük sayıda üniversitelerdi fakat hepside aşağı yukarı çok kaliteli eğitim veren okullardı. Özellikle savaş sırasında Almanya’dan gelen Yahudi toplumu Türkiye’deki üniversitelerin altyapısına önemli katkı sağlamıştır. İkinci olarak, üniversiteleri daha tabana yayma fikri buna da 1980 ihtilalinden sonra Kenan Evren döneminde başlanıldı. Birçok üniversite kuruldu, belki kaliteden ödün verildi ama birçok kişiye de eğitim imkânı tanındı, bazı kişiler bunu yanlış görebilir ama ben o kanaatte değilim. Bu sayede, şu anda çok sayıda üniversite öğrencisi eğitebiliyoruz. Üçüncüsü ise özel üniversiteler; 1986 da Bilkent ile başladı, sayı olarak az olmak ile beraber yurt dışından öğretim üyesi getirmekte daha etkin oldular, devlet üniversitelerinin uyanmasında etkili oldular. Hem iyi öğrencileri almak hem de yetkin öğretim üyeleri tutma açısından birbirleri arasında bir rekabet oluştu. Şimdi ise bana sorarsanız artık araştırma üniversitelerin oluşturulması gerekli. Ben bunu dediğim zaman bana biraz kızıyorlar ama Türkiye’de ciddi temelde bir araştırma üniversitesi yok. Bu noktada Araştırma üniversitesinin tanımını iyi belirlemek lazım, bazı tanımlara göre var ama benim tanımlamama göre Araştırma Üniversiteleri yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin sayısının daha fazla olduğu üniversitelerdir. Amerika da bu John Hopkins ile başlıyor, 1800’lülerin ortasında buraya Almanya’dan geliyor. Bugün MIT’ ye Harvard’a baktığınız zaman lisans öğrencilerin iki üç katı yüksek lisans ve doktora öğrencisi bulunduruluyor. Üniversitenin kültürü daha çok araştırma ile iç içe bir vaziyette, lisans öğrencileri de bu kültürün içinde daha etkili bir eğitim alıyorlar.  Bu özellik Türkiye’de maalesef henüz yok. Benim bildiğim kadarı ile en çok lisans sonrası öğrencisi olan ODTÜ bulunuyor ama orada da tüm öğrencilerin %15-%20 sini oluşturuyor. Lisans öğrencisi sayısının iki-üç misli hatta eşit sayıda bile olan üniversitemiz yok. Amerika’da ilk 20 üniversiteye bakarsanız, Princeton Üniversitesi dışında muhtemelen hepsinin lisansüstü öğrencilerinin sayısı lisans öğrencilerin sayısından daha yüksek. Türkiye’nin ciddi bir şekilde bu konu ile uğraşması lazım. Türkiye bu gün 1980’lerden beri doktora sayısını artırmadı ve doktora kalitesi maalesef çok yüksek değil. Mühendislikte her yıl aşağı yukarı 400 doktora veriliyor. Bu gün Amerika’daki iyi üniversiteler MIT, Stanford, GeorgiaTech v.b tek başına o sayıda her yıl doktora çıkarır ve kalitesi de daha iyidir. Koskoca Türkiye’nin araştırması buradaki iki üniversitenin araştırması kadar değil mi? Diye bir soru ortaya çıkıyor. Kendi kendimizi kandırıp çok iyi olduğumuzu söyleye biliriz, o zaman yönümüzü değiştirmez, kendimizi oyalamış oluruz. Gerçekten Türkiye’nin artık araştırma safhasına geçmesi lazım bununda her üniversitede olması gerekmiyor. Amerika’da yaklaşık 4.000 tane üniversite bulunmakta bunların aşağı yukarı 300 tanesi Araştırma üniversitesi kriterlerine uygun birçoğu da bu kriterlere kıyısından girmiş okullar.

Türkiye’de devlet destekli düzenlenen bir takım burs programları ile öğrencilerin Amerika veya yurt dışında eğitim alıp ülkeye dönme hususları hakkında fikirleriniz nelerdir?

Bence başlangıçta programları etkili yapmak için bu tip programların faydası vardı. Ama sonuçta taşıma su ile değirmen dönmez. Türkiye’nin kendi doktora ve yüksek lisans eğitimini yerine oturtması ve Türkiye’deki insanlara cazip hale getirmesi gerekir. Bu gün TÜBİTAK’ın imkânları çok arttı. Avrupa toplumuna girme programlarından ötürü devlet TÜBİTAK’ın bütçesini artırmak durumunda kaldı, bu kadar büyük bir parayı akıllıca kullanmak ve Türkiye’nin araştırma konularına yatırmak ve yavaş yavaş bu konularda ciddi adımlar atmaya başlamamız lazım. Almanya, Amerika ve Güney Kore gibi gelişmiş ülkelerde yapılan doktora sayısına baktığımızda biz yanlarında maalesef bu anlamda yetersiz kalmaktayız.

Hocam siz 20 yılı aşkındır MIT ve Harvard’ta bulunmaktasınız. Bu okullardaki gelişmelerinde yakinen içerisindeydiniz bu gelişimleri ülkemizdeki gelişimler ile de kıyaslayabilmemiz adına neler söylemek istersiniz?

MIT ve Harvard gibi okullar Amerika’da çok az bulunan çok dinamik okullardır. Ben MIT’ de iken % 15 i kız gerisi erkek çoğunluğu vardı, bu gün bu oran %50-%50 ye geldi. Adamlar, kafalarına bunu koydular ve bunu 20 senede değiştirdiler. MIT herkesin bildiği gibi Amerika’nın ve Dünyanın en iyi mühendislik ve teknoloji okullarından biridir ama aynı zamanda bu gün MIT idari bilimler okulu yine dünyanın en iyi okullarından biridir. Beyin ve nöroloji bilimlerinde de yine dünyanın en iyilerindendir. MIT’ ye baktığınız zaman, kanser merkezi, beyin bilimleri merkezi gibi merkezler oluşturularak MIT’nin bir anda yapısı değişti. Bu konular önemli olduğu için MIT ciddi bir şekilde bu konuların içine de girdi. Öte taraftan Harvard’ın eylemsizliği biraz daha yüksektir, MIT kadar hızlı değişiklikler olmaz ama ona rağmen bugün Harvard ciddi bir mühendislik fakültesi kurma çabasında büyük paralar alıyor hatta bundan sonra gelecek ciddi finanslar ile mühendislikte dünya çapında bir ses oluşturacaklar gibi. Bunlar çok dinamik, ihtiyaca iyi cevap verebilen ve karşılayan üniversitelerdir.

Hocam söz bu konudan açılmışken benim burada dikkatimi çeken bir hususta gerek Harvard olsun gerek MIT olsun gerekse Amerika’daki diğer üniversiteler olsun aralarında sürekli bir ortak proje üretme ve iş yapabilme dinamizmini yakalayabilmişler maalesef Türkiye’de bunu yeterince yakalayamıyoruz bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?

Aslında burada da rekabet çok ciddidir. Sonuçta üniversite dediğiniz milyarlarca dolar yapan organizasyonlardır, buna rağmen aralarında büyük ortaklıklar vardır. Türkiye’nin bizde bunları yapıyoruz deyip kendilerini yeterli görmemesi gerekir. Özellikle çok disiplinli konular artık önemli belki bunda 30-40 sene sonra tekrar tek disiplinli konular önemli hale gelebilir. Ama şu an dünya üniversitelerinde ve akademik çevrelerinde uğraşılan konular aşağı yukarı hepsi çok disiplinli yaklaşımları içerecek kompleks problemler. Bu fizikteki konularda da öyle, kimyada da öyle, biyolojide de öyle, tarihteki konularda da öyle. O yüzden Türkiye’nin alt yapısını ve genel yaklaşımını eğer bu konularda başarılı olmayı düşünüyorlar ise değiştirmesi lazım.

Hocam laboratuarınız geri dönersek, laboratuarınızda çalışma ortamlarınız nasıl? Araştırma olanaklarınız, ekibinizin büyüklüğü ve nasıl bir strateji ile çalışıyorsunuz bunlar hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?

Ben doktora öğrencisi iken Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’den doktora hocamın hocası MIT’ ye ziyaretimize gelmişti. O zaman Berkeley Rektörüydü kendisi çok meşhur bir ısı geçişi hocasıydı. Onunla öğle yemeği yeme fırsatım olmuştu. Bana; Mehmet bir gün bilim yapacaksan her zaman mümkün olduğu kadarıyla uç noktalara git mutlaka uç noktalara gittiğin sürece enteresan şeyler bulacaksın dedi. O söz bizim laboratuarda zaman içinde bir ilke söz haline geldi. Çalıştığımız konularda amaç işi hep oradan bir şeyler çıkacak ümidi ile uç noktalara götürmek, örneğin hücreleri alıp oda sıcaklığında tamamen içlerindeki suları kurutup astronotların donmuş yemekleri gibi bir hale getirip onları transfer edebilir miyiz? Veya milyarlarca hücre bulunduran büyük bir karaciğeri, hücreleri teker teker oluşturarak yapabilir miyiz? Veya kanın içindeki yüz milyarlarca hücre içinden bir tane kanserli hücreyi bulabilir miyiz? Yani daha çok bilim ve mühendislikte uç noktaları sorgulayacak bir grubum var, onları illaki şu uygulama veya bu uygulama olsun diye sınırlandırmadığım bir grup, ne yaparlarsa yapsınlar içerisinden güzel şeyler çıkacaktır. Ondan sonra bakıyoruz ki eğer bazı şeyler çalışıyor ve hakikaten enteresan şeyler çıkıyorsa o zaman bunları bu ana grubun etrafında bulunan uygulama gruplarına götürüyoruz. Bunun içinde Kanser grubu, Küresel sağlık grubu ve Nöroloji grubu var. Bunların içerisine girip hemen ortaklar getiriyoruz. Böylece projeye işi bizden daha iyi bilen Kanser Doktorları veya genetik uzmanları katarak çok disiplinli bir grup haline dönüşüyoruz. Böylece yeni teknolojilerin ve yeni fikirlerin uygulamalarına bakıyoruz ondan sonra gerçekten klinik anlamda bu uygulamaların ilerleyişi olursa o zaman üçüncü adıma geçiyoruz, ya kendi içimizden akademik olmayan fakat bu fikirleri alıp uygulamaya geçirebilecek inovasyon ekibi kuruyoruz, ya da bir şirket kuruluyor ve bu iş başlatılıyor. Şirket dışarıdan fonlar bularak işi daha ileriye götürüyor.

Sayın Hocam, peki laboratuarınızda açık pozisyonlar var mıdır? Alabileceğiniz araştırmacılardan nasıl nitelikler istiyorsunuz?

Projeye göre değişiyor bir şey demek zor çünkü çalışmalarımız dinamik bir yapı içerisinde. Genellikle bizim çalıştığımız grup doktorasını almış post-doc pozisyonlarındaki araştırmacılar ve doktora talebelerinden oluşuyor. Hastane de olduğumuz için daha az sayıda lisans öğrencisi var ayrıca araştırma yapan kesime yardım eden büyük bir teknisyen grubu var. Alırken en önemli şey akıllı, açık görüşlü, çalışkan insan olmaları özellikle ekip halinde çalışmayı sevmeleri çünkü bizim çok dinamik bir grubumuz var. Buna ek olarak çalıştığımız konular hakkında bilgilerinin olması eğer bilgileri yoksa biz onlara daha başında yanlış adres diyoruz. Yani hem ilgilerin hem de bazı bilgilerinin olması gerekiyor ama bu ikinci sırada.

Hocam, küresel anlamda birçok başarıya imza attınız. 30 yıla yakındır da Amerika’dasınız sizce sizi bu noktaya getiren özellikler nelerdi? Bilim gençliğine tecrübelerinizden neler aktarmayı istersiniz?

Geçenlerde İstanbul Teknik Üniversitesi’nin mezuniyet konuşmasında da bahsetmiştim. Birincisi, gitmek istediğiniz noktadan daha ziyade yolculuk çok önemli, çünkü vaktin çoğu yolculukta geçiyor, gitmek istediğiniz noktaya bir gün ya varıyorsunuz ya da başka bir noktaya varıyorsunuz. Başka nokta daha iyi veya kötü olabilir, ama vaktin büyük kısmı yolculukta gidiyor. Dürüst çalışmak, iyi çalışmak, başkalarına saygı göstermek bu yolculukta çok önemlidir. Hayatta insanı uzun vadeli başarılı yapan bir özelliklerdir bence bu. İnsan bir yere geldikten sonra geri bakınca işte ben hep bunu yapmak istemiştim gibi bir düşünceye saplanabiliyor fakat çoğu zaman insanların başarısında bazı şanslar ve beklenmedik olaylar çok büyük rol alıyor.  Örneğin ben Türkiye’ye tam dönecekken bir iş teklifi geldi bir 5 sene daha kalayım dedim yani kafamda büyük bir planım vardı tahtaya yazmıştım gibi bir durum yoktu.  Zamanla yaptığım işte başarılı oldukça daha da çok sevdim ve bu yönde yolculuk yapmış oldum. Ben inanıyorum ki birçok başarıya ulaşmış insan, ben hayatta ne yapmak istediğimi biliyordum bunu yaptım ve bu yüzden başarılıyım demiyor, yaptığı işi ve yaptığı yolculuğu iyi yapıyor ve iyi yaptığı içinde sonuç alıyor. Yani sokakta çöp topluyor bile olsa bu anlayışla pozitif sonuçlar alınılıyor. Amerika’da geçenlerde adam sokaktan çöp toplayarak çocuğunu özel okulda senede 60.000 dolar vererek okuttu. Adam öz güvenle çocuğumu okutacağım demiş ve öylede yaptı sonuçta bunu başardı. Yani ne yaptığınızdan çok, nasıl yaptığınız önemli. Bildiğiniz katalitik reaksiyon gibi oluyor yani iyi yaptıkça seviyorsun, daha çok sevdikçe daha iyi yapıyorsun, daha iyi yaptıkça daha çok seviyorsun böylece gidiyor. Buraya gelişim İstanbul Teknik’te şansıma çok sevdiğim iki hocamla tanışmam ve onların akademik yönde beni yönlendirmesi ile oldu. Onları tanımasaydım, beklide gelmezdim ama eminim başka bir şey yapsaydım onu da muhtemelen iyi yapardım. Yola çıkmak önemli, başkaları ile değil kendiniz ile yarışın doğru dürüst çalışın bu bir maraton uzun vadede kazanırsınız ama yolculuğun her kısmında da aman yandaki benden daha iyi yapıyor diye rahatsız olan tipler var onlardan olmayın. Çünkü kendiniz doğru yolda giderseniz sonunda mutlu oluyorsunuz.

Hüseyin Taş (Solda), Prof. Mehmet Toner ile MGH’deki çalışma ofisinde

Hocam genel olarak Amerika’ya gelenler bir gün tekrar geri dönme fikri ile geliyor ama daha sonra bu fikir silinip burada kalmalıyım ma mı dönüşüyor? Bu konuda ne dersiniz?

Şimdi şöyle bir şey var, burada olduğunuz ve mezun olduğunuz için buradan teklifler gelmeye başlayınca bunları değerlendireyim derken yıllar geçiyor. Yani insan neredeyse orada kalma ihtimali daha yüksek, buraya okumaya geliyorsun ve geri dönmüyorsun. Akademik açıdan önceleri dönmede çok olanak yoktu, şimdi belki özel üniversitelerde yeni mezunlardan çok dönenler var. Birde Amerika artık eskisi kadar ekonomik anlamda da parlak durumda değil. İlk defa sanırım son iki senedir Amerika’da doktora yapan öğrencilerin %50 sinden fazlası geldiği ülkeye geri döndüler. Amerika’da bu sorunu nasıl çözeriz diye devlet seviyesinde ciddi bir konuşma var. Çünkü Amerika’nın ileri seviyede çalışma gücünün çoğunu dışarıdan gelen insanlar oluşturuyor. Şimdi bunlar geri dönmeye başlayınca Amerika’daki çalışma gücünde büyük bir açıklık ortaya çıkmaya başladı. Aynı zamanda bu insanlar Amerika’da öğrendiklerini kendi ülkelerine de götürmeye başlayınca, bu çalışmalarda yeni rakip ülkelerin oluşmasına sebebiyet verdi. Bende buraya gelirken kesin geri dönmek niyeti ile geldim 3, 4, 5 sene derken 28 sene geçti.

Peki, Hocam sizinle aynı dönemlerde gelip Türkiye’ye geri dönenler oldu mu?

Var tabi çok var ve Türkiye’de çok başarılı oldular. Tabi Türkiye’de bu anlamda bir inanış var belki burada kaldığımdan dolayı onlar ile hem fikir değilim. Bence bir ülkenin başarılı olması için o ülkeyi temsil edecek bir sürü insanları da başka ülkelerde olmasında fayda var. Bugün hem sayı önemli hem de başarı önemli. Ama sayıda çok önemli çünkü politik işler sayıla belirleniyor. Türklerin burada çok olması bu anlamda çok avantaj sağlıyor. İleri seviyede başarılı olmuş insanların olması da önemli çünkü o şekilde milletler Türkleri tanıyor ve takdir ediyor. Eskiden cumhuriyet kurulduğunda nüfusumuz ve okumuş insan sayımız azdı ama şimdi Türkiye’nin nüfusu büyük ve Avrupa’nın en genç nüfuslarından biri ayrıca çok dinamik. Türkiye’nin bana ihtiyacı yok zaten benden daha başarılı birçok çok başarılı insan var Türkiye’de.

Hocam belki sizin burada olmanız Türkiye’de olmanızdan daha faydalı. Hem buraya gelecek Türklere yol göstermeniz hem de bu anlamda destekler sağlamanız açısından.

Ben buraya geldiğimde çok azdık ama şimdi özellikle Boston’da ciddi bir Türk grubu oluştu. Hem çok başarılı iş adamları,  çok başarılı akademisyenler hem de çok başarılı talebeler var. Tabi ki burada olmanın saygınlığı oluyor. Türkiye’yi Küresel açıdan dışarıda temsil eden çalışan insanlarımızın olması önemli buradakiler zaten nüfusun ve başarılı insanların küçük bir kısmını oluşturmakta. Bence Türkiye ülkedeki gençleri eğitmeye çalışsın illaki buradakiler dönüpte Türkiye’yi kurtaracak düşüncesinden kurtulmak lazım. Türkiye’de onlarca genç var buradaki gençlerin hepsinden de daha iyi onları biz nasıl mutlu edebiliriz ve bunların hepsi Türkiye’de kalıp Türkiye’de nasıl başarılı olur sorularına cevap bulmalıyız. Benim kanımca Türkiye’de hala sistemin gençlerin önüne çıkardığı lüzumsuz engeller var. Bence, Türkiye bunları çözüp bu gençlerin parlamasını sağlamalıdır. Gençlerimiz yurt dışında başarılı olup Türkiye gelerek ülkeyi kurtaracak mantığı ile Türkiye kurtulmaz.

Hocam peki patentler konusunda neler düşünüyorsunuz? Bildiğimiz kadarı Amerika da teknoloji transfer ofisleri sayesinde bu konuda çok problemler olmuyor. Türkiye’de bu konular hakkında gelişmeler için neler söyleyebilirsiniz?

Avrupa patent işini ciddiye aldı Türkiye’de bu konuyu ciddiye aldı önemli buluşların korunması açısından bu çok önemli. İleri seviyede katkısı yüksek olan ürünler genellikle patentler ile korunan ürünlerdir. Onun dışında birçok patentsiz iş kurabilir ama Amerika’da duruma baktığınız zaman şirketlerin %50-%70 i akademiden çıkan fikirler ile kurulmuş, bunlar içinde patent çok önemlidir. Çünkü ancak bu şekilde şirket fikrini koruyabiliyor ve bunu koruyabildikleri içinde yatırım şirketleri bu şirketlere para verip bu şirketlerin ortağı oluyorlar. Sonuç olarak, şirketin içindeki sizin gibi gençlerde bunları başarılı ürün haline dönüştürmeye çalışıyor. Dolayısıyla bu noktada patent konusu çok önemlidir. Türkiye’de de patentler konusunda büyük gelişmeler var fakat hala çok ilerlemede kaydetmemiz gerekiyor. Amerika’daki her araştırma üniversitesinde teknoloji transfer ofisleri kuruldu, özellikle 1980’lerden sonra.  Bir açıdan bu teknoloji transfer ofisleri bence artık biraz inovasyona iyilikten çok kötülük yapmaya başladı. Üniversitedeki araştırmacıyla şirketlerin arasındaki çalışmalar Amerika’da bu nedenle artık eskisi kadar kolay ve verimli olmuyor.  Bunu ileri senelerde daha net göreceğiz.  Çünkü bütün bu üniversiteler bu patentlerden nasıl para kazanırım şeklinde kafa yoraraktan yanlış yolda gidiyorlar. Hâlbuki Türkiye’de daha böyle olmadığı için üreten insanlar; üniversitedeki hocalar, talebeler aslında fikrin sahipleri olarak patentler alıp şirketler kurma ihtimali daha yüksek. Bence Türkiye’de bu anlamda ciddi atılımlar var. Hatırladığım kadarı ile OECD de en son patent verilerine baktığımda Türkiye Nanoteknoloji’de Avrupa da önde giden ülkelerdendi. Ama tabi önemli olan patentleri ürün haline dönüştürmektir.

Hocam son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Ben gençliğe çok inanan bir insanım gençler bence önlerine ne çıkarsa çıksın üstesinden gelebileceklerdir. Özellikle Türk gençliği çok dinamik ve çok başarılıdır. Diğer ülkelere göre hakikaten hem sayı açısından fazlayız hem de çok çalışkan bir ülkeyiz. Türkiye’ye her geldiğimde daha çok şey görüyorum ve bu beni mutlu ediyor. Gençlerin bu yaptıkları ile bence inşallah önümüzdeki 10-20 yıl içinde Amerika’da bir zamanlar iyi yapılan inovasyona ve ürüne yönelik gelişmeler, Türkiye’de de gençlerin doktoralar yaparak tezler üreterek patentler alarak fikirlerini ürüne dönüştürerek sağlanacaktır. Hatta bu ürettiğimiz bu ürünleri Amerika’ya satabileceğiz. Yani Amerika’ya gelipte buradaki fikirleri alıpta Türkiye’ye bunları nasıl adapte ederim satarım zamanı artık bitti gibi, bundan sonra Türkiye’de üretilip Amerika’ya satma dönemi geldi. Bunun bazı örnekleri var Orta Doğu Teknik Üniversitesindeki inkübasyon merkezlerinde üretilen bazı Hücre kültürleri Avrupa ve Amerika’ya satılıyor. Ekonomiye, ülkeye katkısı büyük olan bu ürünlerin Türkiye’de üretilip Dünyanın her tarafına satılması patentler ile doktora tezleri ile kimsenin yapmadığı işleri yaparak ve yeni şeyleri keşif ederek onları Türkiye’de ürünlere dönüştürebileceğimiz konusun da çok ümitliyim.

Mustafa Korkutata, Hüseyin Taş: “Hocam bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz.”





2 Yorumlar

Yorum ekle
  1. 1
    Dinçer

    Değerli kardeşim Mustafa KORKUTATA, öncelikle çalışmalarında başarılar dilerim. Kardeşim, kişisel bilgilerinin olduğu kısımda insanlığa hizmet edebilecek güzel şeylerden bahsettiğini gördüm. Ben de aynı fikirdeyim. Ancak, hem bilgi hem de araç gereç açısından gerekli ve yeterli donanımım olmadığı için hep yapmak istediğim ve insanlığın hizmetine sunmak istediğim icatları bir türlü gerçekleştiremiyorum. Benim yıllar önce yapmak istediğim icatlar daha yeni yeni ortaya çıktı. Mesela, 5 yaşında babam ile dolmuşta giderken yağmurlu bir havada, babama “babacığım yağmur yağdığında bu silecekleri otomatik olarak çalıştırabilirim” dediğimde babam bana gülmüştü, (bu arada yaşım şu an 38) şu an yağmur sensörü kullanılıyor, bir diğeri okey taşı dizme makinası, bunun üzerinde çok çalıştım, çizimler yaptım alet ve edavat elimde olmadığı için öylece kaldı, bu da yapıldı, arabaların çarpışmasını önleyici sistemden 15 yıl kadar önce yakın çevreme bahsettim, çizimler yaptım o da şimdi yapıldı. Peki diceksin ki, hep şu an insanlığın hizmetinde olanlar mı aklınıza geliyor, halen icat edilmeyen yok mu diyebilirsiniz. Elimde ve aklımda şu an bir kaç proje var, yeterli deneyim ve donanıma sahip olmadığımdan bunlar da yarım kalacak. Bunlardan sadece bir tanesini söyleyebilirim ki, özellikle kök hücreler konusunda araştırmalar yaptığınızı okudum. Şu an tıpta kullanılan saç ekme cihazları, doktorların eliyle tek tek saça enjekte edilerek yapılmakta, zor ve saatlerce uğraştıran zahmetli bir iş değil mi? Ben bu konuda bir bilgisayarlı saç ekme robotu üzerinde çalışıyorum Çok basit bir sistem, kel olan bölgeyi bilgisayar proğramına yüklüyorsunuz. Hastanın saçlı bölgesinden alınan kıllar, Proğramla robota verilen komutla, saniye de en az 10 vuruş yapabiliyor (bu arttırılabilir diye düşünüyorum). Robottaki sistem de çok basit, dikiş makinası gibi bir sistem düşünün, ancak saç teli kadar bir iğneye sahip olacak ve kılları deri altına monte edebilecek. Bu konuda öncelikle tıbbi cihaz uzmanlarından yardım almak lazım. Aynı zaman da kanama olan bölgelere robot müdahalede bulunabilecek…….. (düşünsenize milyonlarca saçı dökülen insan var, en geç 10 dakika ve bir seansta saçlı olarak çıkıyorsunuz ve maliyeti ucuz, çünkü makina yapılırken emek oluyor, ama satın alınca bilgisayar başından halledebiliyorsunuz. Kısacası kardeşim sen ve senin gibi arkadaşlara ihtiyaç var bu konularda bilgi verirsen sevinirim. Sevgi Ve Saygılarımla Dinçer AVAN

    • 2
      Mustafa Korkutata

      Dinçer Bey,
      Bu güzel düşüncelerinizi okumak beni ve bilim.org ailesindeki arkadaşlarımızı bu bilgileri kamuoyuna ulaştırma adına daha bir motive ediyor. İlginiz için çok teşekkür ederiz. Amacımız, sizler gibi meraklı insanlara ulaşmak ve onların bu ülkede yalnız olmadıklarını hissetirebilmektir. Ülkemizde en az sporun konuşulduğu kadar biliminde konuşulduğu yarınlara hizmet etmeye çalışmak ve dinamik gençliğimizin bilim ve teknoloji ile daha anlamlı ve katma değer katacak düşünceleri düşündürtmeye ve onları yönlendirmeye çalışmaktır. Umarım bu amaçlarımıza şu an ne noktada ve ne koşulda olursak olalım hep birlikte ulaşırız ve daha çok bilgiyi daha çok arkadaşın katılımları paylaşır ayrıca ülkece bu bilgileri de üretiriz.
      En iyi Dileklerimle,
      Mustafa Korkutata

+ Yorum yap